Wabi Sabi Estetik Anlayışı Ve Zen Budizmin Japon Seramiklerine Etkisi 1500’lü yıllarda müsrifliğe, gösterişe karşı ortaya çıkan Wabi Sabi Japon estetiğini ifade eder. Zen Budizm’inin etkisiyle geliştirdiği Japon çay seremonisinin bir stilinden doğan bu yaşam felsefesi hayatın tüm alanlarında basit şeylerle huzura ulaşmayı ve ruhun arındırılmasını vurgular.

İddiasız, sessiz, saf, kısa ömürlü şeylerdeki gizi ve ahengi arayan Japonların geleneksel kültürleri ve buna bağlı olarak güzelliği ele alışları Avrupalılardan ve Amerikalılardan farklıdır. Temel düşünce; her şeyin geçiciliği, hiçbir şeyin mükemmel olmadığı, eksik kaldığı üzerine kuruludur. Zen tasarımı Wabi Sabi anlayışında atmamak, yenilememek, sadelik, zarif bir basitlik ve kendiliğindenlik önemli. Mümkün olduğunca doğal malzemelerle az, süssüz, asimetrik, paslı, lekeli, pürüzlü, kaba dokulu, ham, tamamlanmamış veya eskitme yüzeyler kullanılıyor.

Wabi Sabi nesnelerin üzerinde fazla oynamadan düzenlemeden, mükemmel bir hale getirmek için uğraşmadan kendi halinde bırakılmasından, olana müdahale etmeden ya da bütünlüğünü bozmadan grinin her tonu, toprak tonları, siyah, donuk ve cansız renklerle saf bir biçim verilmesinden yana. Genel anlamda gerçek sadelik, sakinlik, açıklık, değer bilmek, kendine özgülük, bütünlük, ekonomiklik, en aza eğilim, 9 mütevazılık, içtenlik, incelik, eşitlik, sezgisellik, yavaşlık, bitmemişlik; olduğu gibi kabul, sessiz bekleyiş, anlayış, tahammül, sabır ve saf güç Budizm ile de ilişkilidir. Hiçlikten gelip hiçliğe gitmeyi , belirsizliği , doğmayı , büyümeyi , çürümeyi , ölmeyi olağan karşılamak.

Zen felsefesi, seramik malzemenin üretim ve formun aşamasında önemli değişiklikler kazanmasına sebep olmuştur. Doğal görünümlü, asimetrik formlar ve kül sırlı seramikler bu inancın en somut örnekleridir . Bu seramiklerde, Avrupa Porselenlerindeki pürüzsüz mükemmel form anlayışının tam tersine dokulu , doğal taş görünümlü, doğal kül sırlı, pastel renkli bir estetik anlayışı mevcuttur.

Zen’in gerek Çin gerek Japonya ve diğer Uzakdoğu ülkelerinde gündelik yaşamla yakından ilişkisi olduğu gibi sanat ile de kaçınılmaz bir ilişkisi hep olagelmiştir. Ancak burada Batı’lı anlayıştaki sanat için sanat veya halk için sanat şeklindeki karşıt kutupluluk kesinlikle görülmez. Zen üstadları aydınlanma deneyimlerini ve tüm varoluşun içindeki aydınlık doğayı uyguladıkları sanatlarda yansıtmayı bilmiş ancak sanatlarında yansıtmak istedikleri içeriği eserin en harici görünümlerine feda etmekten kaçınmışlardır. Elmas Sutra’da denildiği gibi ‘Her yerde bulunan tüm imajlar gerçek dışı ve sahtedir’. Zen ile iç içe olan eserlerde zen ustasının -ki bu durumda aynı zamanda bir sanatçıdır o- eserinin değeri için kullandığı ifade ve imajların süjede yaratacağı duyusal etkiye bel bağlamadığı görülmektedir. Söz konusu eserlerde çarpıcı bir sadelik ve kendiliğindenlik göze çarpar.